Ekonomi Politik'te Ali Bilge, iç siyasi gelişmeler ile Kuzey Irak'a yapılması beklenen askeri harekât üzerine konuşuyor.
Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!
Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş!
Özdeş Özbay: Günaydın!
A.B.: Herkese merhaba!
Ö.M.: Her zamanki gündemin yoğunluğuna ilaveten bir de dünyanın en sıcak günleri başladı, onu da haber verelim istedim. Raporlar da var.
A.B.: Bir gün öncesine göre 10 derece artmış durumda.
Ö.Ö.: Evet, meteoroloji ‘Pazartesi’nden itibaren 8 derece ülke genelinde fark ettiriyor’ dedi.
Ö.M.: Bill McKibben yazmış zaten ‘Hararet’ başlıklı yazısında, ‘Mayıs’ın da en sıcak ay olarak kayda geçmesiyle beraber 12 ay peş peşe dünya rekorları kırıldı’ diyor. Şimdi gün dönümü başladı ve dünyanın kara topraklarının %70’inin kuzey yarım kürede olduğunu ve dünya nüfusunun da %90’ının kuzey yarım kürede olduğunu, yani kuzey yarım kürede bir cehennemin yaşanmakta olması ihtimalini kuvvetle öngörüyorlar yazarlar. Bakalım nasıl haberler vereceğiz diye öyle bir başlangıç yapmak istedim.
A.B.: Bugün iç siyasi gelişmelere bakalım, CHP ve AKP’de yaşananlara değinelim demiştik. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kuzey Irak ve Suriye - Rojava bölgesi - için sürekli tekrarladığı askeri harekâtı yine gündeme getirdi. Rojava bölgesinde önümüzdeki günlerde seçimlerin yapılması da söz konusu. Vaktimiz yeterse, ekonomide sözde bahar havası esiyor, ona da değinebiliriz.
Ö.M.: Yaz havasına da AKP ile başlıyoruz değil mi, Kızılcahamam toplantısı?
A.B.: Evet. Hafta sonu AKP’nin Kızılcahamam toplantısı yapıldı ve toplantının gündemi yerel seçim başarısızlığını değerlendirmekti. Başarısızlığın değerlendirilmesi çok gecikti, aylar geçti, toplantılar çok geçe kaldı, değerlendirme süreci çok ağır işledi. Bu ay da kuruluş yıl dönümünü kutlayacak AKP.
Parti ile devlet iç içe geçince, parti devlet haline gelince, rejimin katılığı elbette partiye de yansımış oluyor. Devlete egemen olan anlayış partiye de hakim olunca, aktif katılım istemiyor partililerden, bu tür partilerde partililerin suskunluğuna ihtiyaç duyuluyor. Gönüllü sessizliği olan bir örgüt isteniyor, parti- devlet teşkilattan ve partililerde aktif katılım istemiyor - başarısızlıkların, yanlışların görmezden gelinmesi isteniyor. Böyle olunca da partide ödüllendiriliyorsunuz. Dolaysıyla seçim yenilgisi şu saate kadar AKP’de ciddi bir şekilde konuşulmadı. Partide değişiklik isteyenler falan var ama bunlar çok açık ve cepheden konuşulmuyor.
AKP tarihine baktığımızda, geçen 23 yılda AKP içinden gelen muhalifler olmadı mı? Oldu ama geç gelen, zamansız gelen muhalefet pek işe yaramıyor. Gelecek ve DEVA’da bunu gördük, parti yönetimine bayrak açmanın zamanlaması önemli. AKP’de yerel seçimden sonra ‘zayıflıklarımızın nedenlerini inceleyeceğiz’ dendi, iki kez partinin Merkezi Yönetim Kurulu oldu, sonra hafta sonu milletvekilleri ile parti organlarını bir araya getiren Kızılcahamam toplantısı yapıldı. Bayram öncesi de belediye başkanlarını bir araya getireceklermiş.
Sürekli ‘değerlendiriyoruz, raporlar hazırlıyoruz’ deniyor ama yerel seçim başarısızlığının nedenlerini somut bir şekilde ortaya koyan bir çalışma göremedik. AKP, sonbaharda - yakında tarihi belli olacak - büyük kongresini yapacak. Partide değişim olmalı diyenler var ama partinin genel başkanı böyle bir mesaj vermiyor. Partinin içinden 2002 ruhuna, fabrika ayarlarına dönüş yapalım diyenler var, bunu söyleyenler aslında fabrikanın battığının farkındalar. Bu sözler, 2002 ruhu, fabrika ayarları tekrar edilip duruyor ama parti- devlet olunca doğru dürüst parti içi muhalefet de olmuyor.
Zamanın ruhuna göre partiyi yenilemek lazım diyenlerden biri de AKP Genel Başkan Yardımcısı Efkan Ala. Ala, Kürt sorunu çözüm sürecinde çalışan, sonrasında ofsaytta kalan İçişleri Bakanı idi, Dolmabahçe mutabakatını ilan edenlerdendi. Erdoğan’ın Dolmabahçe mutabakatı iptal etmesinden sonra açığa düşen, şok geçiren bakanlardan birisiydi, dönemin İçişleri Bakanı olarak süreci yürüten önemli isimlerden biriydi.
AKP’nin yakın tarihine baktığınızda, Efkan Ala’nın önceki gün gündeme getirdiği hususlar zaman zaman gündem getirilmiştir. Fabrika ayarları, 2002 ruhu, Kopenhag olmazsa Ankara kriterleri, yeniden Avrupa Birliği, ‘ekonomide, adalette güven sağlayacağız, yeniden reformlara başlayacağız’ vb. bunlar çok kez tekrar edildi. Dolaysıyla inandırıcı gelmiyor. AKP’de değişim meselesi yalancı çoban hikayesine döndü. 22 yılda yaşananlardan sonra reformlara başlanacağı, ne AKP tabanına, ne de iç ve dış kamuoyuna inandırıcı gelmiyor.
En önemli husus, sözde yenileşme telaffuz edilirken ‘demokratikleşme’ lafı edilmiyor. Türkiye, katı bir otokratik rejime sahip, otokratik bir Anayasa’ya sahip, değişim isteniyor ama demokratik bir Anayasa’dan söz edilmiyor. Değişim, rejimle irtibatlandırılarak ortaya konmayınca inandırıcı gelmiyor, saraydaki Mehmet Uçum’la, partideki Ekrem Ala’nın sözlerinin uzaktan yakından ilgisi olmadığı görülüyor, sanki danışıklı dövüş sahneye konuyor, inandırıcı bir değişim talebi yok.
Böyle bir değişimin olmayacağını zaten aklı selim de görüyor, bunları hep söylüyoruz çünkü rejimin değişmesini savunan yok, değişim partinin yöneticilerinde değişiklik ise zaten partinin yönetiminde değişiklik zaman zaman oluyor, muhtemelen önümüzdeki aylarda da olacak, ancak bu değişim değil.
AKP’de değişim ne demek? Rejimin değişmesi mi? Parti yönetimin değişmesi mi? İktidarın içte ve dışta sürdürdüğü politikaların değişmesi mi? Neyi anlıyoruz?
Ayrıca AKP’nin içte ve dışta sürdürdüğü politikaların değişmesi, rejimin değişmesi ortağı MHP ile olan ilişkilerine bağlı. AKP diyelim ki değişim istiyor; iç ve dış politikalarda değişim istiyor, rejimde değişim istiyor ancak MHP hiçbir şekilde değişim istemiyor. AKP’nin MHP’ye rağmen istese de değişim yapması imkansız gibi. MHP ile birlikteyken AKP’nin, iç ve dış politikada manevra yapma kabiliyeti yok gibi, çok sınırlı. Herhangi bir değişim yapabilmesi için MHP ile ittifakının sona ermesi lazım. Erdoğan ve AKP, sırtından MHP’yi atmadan değişemez. Ancak bugün bunlar birbirlerine mecburlar, hayal kurmamak gerekiyor.
AKP ve MHP iktidarı, önemli bir bölümü destursuz, fütursuz geçen yıllar sonrasında devlet organlarıyla yek vücut haline gelmiş durumda. Ülkede kanunsuzluk kanun haline geldi. Destursuz, fütursuz, tek vücut hali ne zaman dağılır? Cezasız kalarak mı dağılır? Bu konulara iyi bakmak, ince bakmak lazım, yanıt bulmak lazım. MHP ile münasebeti devam ettiği sürece AKP politikalarında değişim zor, kilitlenmiş durumda, düğüm de gittikçe karmaşıklaşıyor. Peki, MHP’nin yerine kimi, neyi ikame edecek?
Ö.M.: Tam ona geçmeden bir soru sorabilir miyim?
A.B.: Yaz boyunca AKP ve Erdoğan, MHP’yi nasıl ikame edeceğini, edip edemeyeceğini düşünecek. Sonbahardaki 8. Kongre öncesi ve sonrasında ikame seti gelişebilir mi? Bilemiyorum ama MHP’nin nasıl ikame edileceği hep kafada olacak, öyle anlaşılıyor.
Ö.M.: Ben de şunu sormak istiyordum, MHP ile ilgili olarak çok sayıda skandal nitelikte, hem Ülkü Ocakları eski Başkanı Sinan Ateş’in öldürülmesiyle ilgili olarak, hem de ondan sonra bir takım mafya bağlantılarının ortaya çıkmasıyla ilgili olarak bazı önemli sorunlar çıktı MHP içinde ve devam da ediyor bu sorunlar. Bu AKP’nin Kızılcahamam toplantısında ve kendi içinde ‘muhalif sesler’ olarak bu konulara, MHP’nin içinde bulunduğu açmazlara değinenler oluyor mu acaba?
A.B.: Çok açıktan olmuyor. Partinin nasıl bir parti olduğunu, gönüllü körlüğe dayalı, yanlışların görmezden gelinen bir parti olduğunu söylemiştim. Asker partililiği, otoriter rejimleri kuran partiler içinde yaşanır, AKP’de bunu görüyoruz. Eleştiriler farklı kanallardan dile getirilmeye çalışılıyor, açıktan bayrak açmayı göremiyoruz, dile getirenler yok değil, var ama böyle normal, demokratik bir rejimde olması gereken parti içi muhalefeti göremiyoruz, normal bir rejimde değiliz, otoriter rejimlerde ve partilerde eleştiriler baskılanıyor.
Başarısızlık durumlarında ve değişim talepleri olduğunda değişik senaryolar hakim oluyor, iyi polis/kötü polis senaryoları olabiliyor, değişim ve değişim karşıtlığı senaryoları devreye giriyor. Parti kadrolarında ve partiye oy verenlerde rahatsızlık olduğu muhakkak ama bu rahatsızlık ortamı hep birlikte yaratıldı, başarısızlığa ortaklaşa ortaklaşa gelindi. MHP’nin yerine ikame edilecek bir mekanizma, yapı da henüz tasarlanmış değil.
Şöyle bir soruyu ortaya atalım; baskı rejimi kuranlar kendi kurdukları baskı rejimini değiştirebilir mi? Buna Türkiye’den bir örnek bulunuyor - Tek parti dönemi ve İsmet İnönü akla geliyor. İsmet İnönü başkanlığındaki CHP; tek partili rejimin, tek şef milli şefin, II. Dünya Savaşı sonrasındaki rejimi değiştirmesi emsal teşkil edebilir mi? 1945-1950 arası dönemi kast ediyorum.
İsmet İnönü, tek partili rejimden, milli şeften, muhalefete, oradan da ortanın soluna kadar uzanan bir çizgi izlemişti - 50 yıllık bir siyasi hayatı oldu. Buna öykünmek mümkün mü? Tabii koşullar, şartlar farklı. Orada II. Dünya Savaşı parametresi var, yeni dünyanın yapılanması var, çok farklı.
AKP’nin değişimi, içinde bulunduğumuz rejim içerisinde kalındığı müddetçe doğru bir şey ifade etmiyor. Değişime rejim içinden baktığınızda, yeni Anayasa sözleri, sarf edilen reformlar vs. fazla bir şey ifade etmiyor.
Erdoğan – Özel ziyaretlerine geçersek; CHP’nin yeni genel başkanının Erdoğan’a yaptığı ziyaret, normalleşme, uzlaşma gibi başlıklarla nitelendirildi, çok abartılı yaklaşanlar oldu. Şunu farkına varmak lazım; değişim otokratik rejimin uygulamalarının değişimi ile başlar demokratikleşme ile de devam eder ancak içinde bulunduğumuz rejimin ortakları, AKP-MHP ortaklığı rejimin demokratikleşmesini istemiyor.
Birkaç hafta önce, ‘Özgür Özel ve CHP’nin ziyaretlerle Erdoğan’ın oyun planının içine, tuzağına düşebilir mi?’ diye sormuştum. Bir açıklaması var Özgür Özel’in, o da dikkat çekiciydi, ‘Erdoğan istemez miydi emekliye zam yapsın ama yapamadı. Ülke büyük krizde, para yok, yapamadı. Erdoğan’ın emekli maaşlarına zam yapabilmesi için en düşük maaşı 17 bin yapmak için 680 milyar lira para lazım’ dedi. Bu sözler, Erdoğan’ı aklayan, destekleyen bir yaklaşım, muhalefet lideri için talihsiz sözler.
CHP ve Özel’in, iktidarın makbul muhalefet tuzağına düşme ihtimaline dikkat etmesi lazım. Erdoğan, görüşme sonrasında görüşürüz ama ‘kırmızı çizgilerimiz var’ diyor. Kırmızı çizgiler nedir? Demirtaş’ı ziyaret edecekmiş Özgür Özel, bu ziyaret bugüne kadar hep kırmızı çizgiydi. Önümüzdeki günlerde Kuzey Suriye’ye yapılması düşünülen harekât da muhtemelen kırmızı çizgi.
Baykal ile Kılıçdaroğlu CHP’yi önemli ölçüde sağa yatırdılar. Yeni yönetimin de CHP’yi otokratik rejim içinde kalarak, makbul muhalefete yatırmasından endişe duyanlar var. Çok dikkatli olmak gerekiyor otokrasi ile olan zamansız ve verimsiz diyaloglarla, otokratın oyun sahasına geçerek demokrasiye geçmek mümkün mü? Mümkün değil. Seçimlerin yapılmış olması yeterli değil, anayasal bir demokrasi üzerinden yürümek, diyalog kurmak gerekiyor.
İktidar ile olacaksa bir diyalog , bu diyaloğun hukukun üstünlüğü üzerinden, kuvvetler ayrılığı üzerinden yürümesi gerekiyor, özgürlüklerin güvence altına alınması üzerinden yol alınması gerekiyor, siyasal düzenin vazgeçilmez üstünlüğü olan anayasal demokrasi üzerinden yapılması gerekiyor. CHP’nin iktidarla yapmak istediği iletişimi iyi tasarlamış olması ve iyi yönetmesi gerekiyor. Boş ziyaretlerin olması anlamlı ve yeterli değil. Boşa giden çabaların CHP’yi aşındırma tehlikesini barındırdığını da belirtelim.
İsterseniz biraz da Kuzey Suriye, Rojava meselesine değinelim. Kurban Bayramı yaklaşıyor, Erdoğan’da sürekli olarak askeri harekâttan söz ediyor. En son Ege’de yapılan askeri tatbikatta da değindi, güneyimizde, Suriye ve Irak topraklarında 30 ila 60 kilometrelik bir alanda güvenli bölge, tampon bölge oluşturulmasından söz ediyor.
Önümüzdeki günlerde Kuzey Suriye’de, Rojova bölgesinde de yerel seçimler yapılacak. Türkiye seçimlerin yapılmasını istemiyor. İktidarın Rojava’da yapılacak seçimlere karşı olmasının, tepki vermesinin nedenini araştırdığımızda karşımıza Suriye yönetiminin Esed’in Rojova Özerk Yönetimi ile temaslara başladığı çıkıyor. Suriye yönetimi ile Suriye Kürtleri arasında yeni bir diyalog süreci başlamış durumda, atılacak adımlarla sorunu birkaç ay içerisinde çözüme ulaşmayı hedeflediklerini söylüyorlar. Bu durum da anlaşılan Türkiye’yi telaşlandırıyor.
Rojova yönetimi, ABD dahil dünyada hiçbir devlet tarafından tanınmış değil. Bölgede seçimlerinin olmasının tanınmaya katkıda bulunabileceği düşünülüyor. Suriye yönetimiyle masaya oturacak Rojova Kürtlerini elini güçlendirecek bir husus, onlar bu yüzden seçimleri önemsiyorlar.
Rojava tanınmıyor ama İsveç’te geçen hafta Rojova yönetimi Avrupa Birliği yetkilileriyle bir araya gelmiş, yapılması düşünülen seçimlere ilişkin bir destek arayışındalarmış. Yeri gelmişken İsveç’in de NATO’ya kabulü ile ilgili hususu hatırlatalım. Türkiye, Rojova’da özerk ya da başka bir şekilde Kürt varlığı istemiyor ama ABD’den gelen sınırlamalarla bölgeyi ele geçirmek için de hareket edemiyor, sürekli hava saldırılarında bulunuyor ama kara harekâtı yapamıyor.
ABD, Rojova yönetimiyle IŞİD’e karşı mücadelede işbirliği yapıyor. Bu işbirliği nedeniyle ABD, onları Türkiye’ye karşı koruyor. Ancak ABD de Rojava’da seçimlerin yapılmasını istemiyor. ABD Dışişleri Bakanlığı, Rojova seçimlerinin zamansız olduğunu, gerekli koşullarının olmadığını, bu nedenle karşı olduklarını söyledi.
ABD’nin bu tavrı, Erdoğan yönetiminin elini, ABD ile son dönemde gelişen ilişkiler çerçevesinde bir anlamda kuvvetlendirdi. Bir taraftan da masada Suriye Esed yönetiminin Kürtlerle diyaloğu, ‘iç sorunumuzu biz çözeriz’ başlığı duruyor. Ukrayna savaşı nedeniyle bölgeye ilgisi tavsadı gibi görülmesine karşın, Rusya bölgede ağırlığını hem Türkiye’ye, hem de diğer aktör güçlere hissettiriyor. Rojava yönetimi - Kürtler, Amerika’nın desteğiyle ayakta durabiliyor. Eğer Türkiye, ABD ile anlaşırsa, Kürtler yüzünü Rusya’ya dönüyor, Suriye yönetimi ile arayış, diyalog içerisinde oluyorlar.
Türkiye’nin NATO çerçevesindeki Batı ile olan inişli çıkışlı ilişkilerinde yaşanan bazı olumlu gelişmeler, Rusya ile Türkiye’nin sertleşmesine yol açıyor ama bu iki ülke de birbirlerine mecbur durumdalar, iki taraf da birbirine bağlı, nasıl MHP ile AKP bağımlı ise Rusya ile Türkiye de birbirlerine bağımlı. Türkiye ekonomisi Rusya’ya ciddi bağımlı hale geldi. Rusya da Ukrayna savaşı nedeniyle yaşadığı Batı ambargolarını Türkiye üzerinden deliyor, ticaretini bu şekilde sürdürüyor. Aslında Türkiye, Rusya’ya daha fazla bağımlı, en büyük dış ticaret açığını Rusya’ya veriyoruz.
Ö.M.: Tam biterken şunu da sormak istiyorum; Kuzey Irak’a müdahale konusunda bir çeşit seferberlik yetkisine benzer şekilde şeyler aldığını da gördük Cumhurbaşkanı’nın doğrudan doğruya.
A.B.: Evet.
Ö.M.: Yani Kuzey Irak’a müdahalede bu yetkiyi alması, Cumhurbaşkanı'na yetkiler verilmesi bir çeşit seferberlik ilanının dahi Cumhurbaşkanı’na yetki olarak bağlanmasının bu Kuzey Irak’a yapılabilecek olan müdahaleyle bir ilgisi var mı?
A.B.: Biliyorsunuz, bu tür askeri harekâtlar için Meclis’ten tezkere çıkarılıyor, bunun için gerekli tezkere iktidarın elinde var, Cumhurbaşkanlığının elinde var. Türkiye’nin yıllardır bölgede düzenli askeri birliği, ciddi askeri, subayı, yöneticisi bulunuyor. Ayrıca sınır bölgesinde de konuşlananlar da var. Karşı tarafın hava kuvvetleri yok ama Türkiye’nin hava kuvvetleri var. İkide bir belli bölgeleri bombalıyor, bombalamaya ABD müsaade ediyor, kara harekâtına müsaade etmiyor. Bir iki gün önce yine bazı bölgeler bombalandı, Rojava askerlerinin ve bazı sivillerin öldüğü belirtildi.
Seferberlik daha kapsamlı bir şey; seferberlik dışarıyla ilgili bir husus değil sadece ülke içini de kapsayan bir durum. Rojava’ya müdahale için seferberlik ilan etmesine ihtiyacı yok, elinde tezkeresi var. Geçtiğimiz yıllarda, iktidara askeri harekat yetkisi veren bu tezkerelere büyük desteği TBMM’de ana muhalefet verdi - onu da bu vesile ile hatırlatalım.
Geçen hafta konuştuk, seferberlik tüzüğü yönetmelik haline geldi, seferberlik ilanı için görüşü ve onayı alınacak yapılar, kurumlar, kurullar devreden çıkarıldı ve tek yetki Cumhurbaşkanı’nda toplandı. Değişim konuşulurken bunlar yaşanıyor.!
Bir yandan değişim , normalleşme, uzlaşma heyulaları dolaşıyor, değişimin olmayacağını günlük hayatımızda yaşadığımız baskı ve hak kısıtlamalarıyla ayrıca Meclis’in gündemine bakarak görebiliyorsunuz.
Her anlamda baskı rejiminin kurumsallaşmasına çalışılıyor. Evet, baskı rejimi Türkiye’yi doğru dürüst idare edemiyor Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde, müthiş aksamalar yaşanıyor, politikalar iflas etmiş durumda ama çıkış olarak otokratik rejimin değişimi masaya getirilmiyor, baskının artırılması için düzenlemeler masaya getiriliyor.
Biraz önce de söylediğim gibi, sözde değişimin olabilmesi için örneğin dış politikada bazı yumuşamaların gerçekleşebilmesi için - AKP’nin isteği olsa bile - ortağının razı edilmesi önemli. Türkiye yönetiminde, bu iki geri yapı, iki gerici parti, iki otokrat parti, özdeşleşmiş durumdalar. Elbette 2015’ten bu yana, kendi aralarında son Sinan Ateş’in öldürülmesi de olmak üzere çok kez itiştiler, birbirleriyle kapıştılar. AKP’de MHP sıkıntısı var ama mesele MHP’nin nasıl ikame edileceğine ,edilip edilemeyeceğinde düğümlemiyor. Ayrıca AKP’nin MHP’yi ikame etmesi de Türkiye’nin demokratikleşmesi anlamına gelmiyor, ikame edenler de çok farklı olmayacak, benim kanaatim böyle.
Ö.M.: Ekonomiye de değinecektik ama maalesef pek fırsatımız, zamanımız kalmadı. Bu noktada burada bitirelim isterseniz.
A.B.: Tamam, iyi yayınlar size.
Ö.M.: Çok teşekkür ederiz Ali Bey.
Ö.Ö.: Görüşmek üzere.
Ö.M.: Görüşmek üzere.
A.B.: Hoşça kalın!